BİR MİLLET ENGELLİLERİNE NE KADAR ENGELSİZLİK SUNABİLİYORSA O ÖLÇÜDE GELİŞMİŞTİR.

23 Ekim 2007 Salı

Bir damla kanla zihinsel engellilik önlenebilir


Akraba evliliğinden kaynaklanan ve zihinsel engelliliğe yol açan fenilketonüri hastalığı, bebeğin topuğundan alınacak bir damla kanla tespit edilebiliyor. Yine de hastalığın en çok görüldüğü ülke Türkiye.
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Beslenme ve Metabolizma Bilim Dalı Başkanı Profesör Doktor Mübeccel Demirkol, fenilketonürinin ele alındığı ‘Engellilik Önlenebilir’ başlıklı toplantıda NTVMSNBC’nin sorularını yanıtladı. Hastalık Amerika ve Avrupa ülkelerinde 10 bin ile 30 bin doğumda bir görülürken, Türkiye’de 3 bin 500 ile 4 bin yeni doğanda bir ortaya çıkıyor. Bu farkın nedeni nedir? Bunun en önemli nedeni ülkemizdeki akraba evlilikleri. Türkiye’de akraba evliği sıklığının yüzde 26 ve Doğu Anadolu Bölgesi ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yüzde 34’lere varması, hastalığın çok fazla görülmesine neden oluyor. Türkiye’de her yıl ortalama 350 ile 400 kadar fenilketonürili bebeğin dünyaya geldiği tahmin ediliyor. PKU olarak da adlandırılan hasta sayısı ise binlerle ifade ediliyor. Beyinde yarattığı hasarla zihinsel engelliliğe neden olan hastalık, doğumdan sonraki ilk üç gün (en geç ilk üç ay içinde) bebeğin topuğundan alınacak kan ile teşhis ediliyor. Hemen başlanacak ve yaşam boyu sürdürülecek tedavi ile hastalığın kalıcı bir sakatlığa dönüşmesini engellemek mümkün. Fenilketonürili hastalara proteinden fakir özel bir tıbbi beslenme uygulanıyor. Doğumdan itibaren farklı bir damak tadı oluşturulan hastalar, et ve süt gibi ürünlerin tadını bilmiyorlar. Fenilanin içermeyen protein karışımıyla vejetaryen bir diyetle besleniyorlar. Hasta ve yakınları fenilketanüriye yönelik ürünlerin önemli bir bölümünün yurtdışından geldiğini belirterek bu hastalığa yönelik ürünlerin yetirsizliğiniden şikayet ediyor. Fenilketonürili çocukların anneleri, özellikle küçüklerin ilgisini çeken çikolata ve gofret gibi ürünlere ulaşmakta zorlandıklarını belirtiyor.
ÖNLEMLER
Toplumun bu hastalık hakkında bilinçlenmesi ve fenilketonüri engelli bireyin kalmaması için alınacak önlemler: Akraba evliliklerinin engellenmesi. Yeni doğan bebeklerin topuğundan alınacak kanın hastalık açısından test edilmesi. Proteinden fakir diyetin ömür boyu sürdürülmesi.Uzmanlar, hastalığı taşıyan bebeklerin tespit edilmesiyle ilgili son yıllarda sağlanan ilerlemeye rağmen hedef kitlenin tamamına ulaşmanın mümkün olmadığını ifade ediyor. Öyle ki her yıl 100 ile 200 fenilketonüri hastası bebeğin tespit edilemediği tahmin ediliyor.
NTV

20 Ekim 2007 Cumartesi

Zihinsel Engelliler Milli Takımımız ikinci oldu


Zihinsel Engelliler Futbol Milli Takımımız, Çin'de devam eden Özel Olimpiyatlar Dünya Yaz Oyunları'nda gümüş madalya kazandı. Türkiye Futbol Federasyonu'nun " Türkiye Futbol Oynuyor " projesi kapsamınında verdiği destek çerçevesinde oluştutulan Zihinsel Engelliler Futbol Milli Takımımız, Finalde El Salvador ile oynanan maçı 4-1 kaybetti.
Özel Olimpiyatlar'da gümüş madalya kazanan Zihinsel Engelliler Futbol Milli Takımımız, grubunda daha önce G.Afrika'yı 3 - 1, Almanya'yı 7 - 0, İspanya'yı 3-1 yenmiş ve El Salvador'a 3 - 0 mağlup olmuştu.

11 Ekim 2007 Perşembe

Zihin Engelliler ve Zihin Engellilerin Eğitimi

Zihin engelliler, AAMR (Amerikan Zeka Geriliği Birliği)’nin 1992 yılında yaptığı tanımda zihinsel işlevlerdeki ve uyumsal alanlardaki sınırlılıklarıyla tanımlanmaktadırlar. Tanımda uyumsal beceri alanları iletişim, özbakım, ev yaşamı, sosyal beceriler, toplumsal yararlılık, kendini yönetme, sağlık ve güvenlik, işlevsel akademik beceriler, boş zaman ve iş olarak sıralanmaktadır (Eripek, 1998). AAMR’nin, 2002 yılında önerdiği yeni tanım ise şöyledir (Vuran, 2002) :
Zeka geriliği, hem zihinsel işlevler hem de kavramsal, sosyal ve pratik uyum becerilerinde anlamlı sınırlılıklar görülen bir yetersizlik olarak nitelendirilmektedir. Bu yetersizlik 18 yaşından önce ortaya çıkmaktadır.
AAMR’nin 2002’de önerdiği zeka geriliği tanımında zeka geriliği gösteren çocukların tanılanması ve sınıflandırılması açısından önem gösteren başlıca beş varsayım ileriye sürülmüştür. Bunlar:
1. Varolan işlevlerdeki sınırlılıklar, bireyin akran grubu ve kültürünü yansıtan toplumsal çevresi bağlamında dikkate alınır.
2. Geçerli bir değerlendirmede, hem kültürel ve dil farklılıkları hem de iletişim, duyu, motor ve davranışsal farlılıklar göz önünde bulundurulur.
3. Bireylerde, sınırlılıklarla güçlü yanlar birlikte bulunur.
4. Sınırlılıkları tanımlamanın amacı, bireyin ihtiyacı olan destek hizmetlerin neler olacağını belirlemek içindir.
5. Genellikle, belli bir süre içerisinde uygun destek hizmetler aralıksız sağlandığında, zeka geriliği gösteren bireyin yaşam fonksiyonlarında ilerlemeler meydana gelecektir.

2002 yılında yapılan yeni tanımda, zihin engelliler, zihinsel işlevlerinin yanısıra kavramsal sosyal ve pratik uyum becerilerinde sınırlılıklar göstermeleriyle de tanımlanmaktadırlar.

Tüm bireylerin eğitiminde olduğu gibi zihin engelli bireylerin eğitiminde de, onların ileride başkalarına bağımlı olmadan yaşamlarını sürdürebilmeleri, kendi kendilerine yeterli duruma gelmeleri ve toplumla bütünleşmeleri amaçlanmaktadır. Bu amaca ulaşılması, bireyin bireysel farklılıkları ile yapabildikleri dikkate alınarak eğitim gereksinimlerinin belirlenmesi ve gereksinimlerine uygun eğitim ortamlarının sunulmasıyla mümkün olabilmektedir (Cavkaytar, 2000).

AAMR’nin 2002 yılında yaptığı yeni tanım çerçevesinde ileriye sürülen “genellikle, belli bir süre içerisinde uygun destek hizmetler aralıksız sağlandığında, zeka geriliği gösteren bireyin yaşam fonksiyonlarında ilerlemeler meydana gelecektir” varsayımı, zihin engellilerin eğitiminde bağımsız yaşam işlevlerinin geliştirilmesinin altını çizmektedir.

Bağımsız yaşam becerileri, bireyin başkalarına bağımlı olmadan, yaşamını sürdürmesi için gerekli olan becerileri içerir (Neistadt ve Marques, 1984). Bağımsız yaşam becerileri çeşitli gruplar altında sınıflandırılmaktadır. Close, Sowers ve Bourbeau (1985) tarafından yapılan sınıflandırmada bağımsız yaşam becerileri, meslek öncesi ve mesleki beceriler, başarı için gerekli temel beceriler, uyum için gerekli beceriler, günlük yaşam becerileri olarak ayrılmaktadır.

Bireyin bağımsız yaşama geçişinde en üst aşama olan meslek öncesi ve mesleki beceriler, işe hazır olma, mesleki davranışlar ve mesleğe uygun sosyal davranışlar sergileme gibi beceri alanlarından oluşmaktadır.

Türkiye’de zihin engelli bireylerin mesleki gereksinimlerini karşılamak amacıyla eğitim hizmetleri sunan mesleki eğitim merkezleri; ilköğretimi tamamlayan, 20 yaşından gün almamış, orta düzeyde zihinsel öğrenme yetersizliği olan veya ilköğretimi tamamlayıp genel ve mesleki orta öğretim programlarına devam edemeyecek durumda olan özel eğitim gerektiren bireylere yönelik olarak açılan gündüzlü özel eğitim kurumlarıdır. Mesleki eğitim merkezlerinin amacı; bireylerin temel yaşam becerilerini geliştirmek, öğrenme gereksinimlerini karşılamak, topluma uyumlarını sağlamak, işe ve mesleğe hazırlamaktır. Mesleki eğitim merkezlerine devam eden öğrencilere kültür dersleri, atölyelerde gerekli teorik bilgiler verilir ve uygulamalı iş eğitim yoluyla temel bilgi ve beceriler kazandırılır. Bu merkezlerin toplam öğretim süresi, birinci yıl hazırlık olmak üzere dört yıldır (MEB, 2000).
Bağımsız yaşam becerilerinin ikinci önemli alanı olan başarı için gerekli temel beceriler, temel gelişim becerileri, günlük yaşamda gerekli sayısal bilgiler, günlük yaşamda gerekli okuma ve iletişim gibi alt beceri alanlarından oluşmaktadır.
Başarı için gerekli temel becerileri sağlamak üzere özel eğitim hizmeti sunan ilköğretim okulları; orta düzeyde zihinsel öğrenme yetersizliği olan ilköğretim çağı çocukları için açılan gündüzlü eğitim kurumlarıdır. Öğrencilerin gelişimleri izlenip, eğitim performansları dikkate alınarak, programın amaç, içerik, öğretim süreçleri ve değerlendirme boyutlarında uyarlamalar yapılarak, özürlü öğrencinin tam ya da yarı zamanlı olarak normal eğitim sınıflarında gereksinimlerini en iyi biçimde karşılayabileceği eğitim ortamı olarak tanımlanan (Batu, 1998) kaynaştırma uygulamalarına öncelik verilir (MEB, 2000).
Başarı için gerekli temel becerileri sağlamak üzere hizmet veren kurumlardan olan eğitim uygulama okulları, genel eğitim programlarından yararlanamayan okul öncesi ve zorunlu ilköğretim çağındaki, ağır düzeyde zihinsel öğrenme yetersizliği olan çocukların eğitim aldıkları özel eğitim kurumlarıdır (MEB, 2000). Bu okullarda öğrencilerin, özbakım ve temel yaşam becerileri ile işlevsel akademik becerilerini geliştirerek, topluma uyum sağlamaları amaçlanmaktadır. Okul programı, zihin engelli çocukların bireysel yeterliliklerine dayalı bireyselleştirilerek grup ve bire bir eğitim etkinlikleri şeklinde yürütülür (MEB, 2000).
Özel eğitim gereksinimi gösteren çocukların, bireysel yeterliliklerine dayalı gelişim özellikleri dikkate alınarak okul öncesi özel eğitim sınıfları ve okulları da açılabilir. Okul öncesi eğitim sınıfları programı bireylerin; sosyal etkileşim, iletişim ve temel yaşam becerilerini geliştirme, sınıfa, okula ve yaşama uyumlarını arttırmaya yönelik hedefleri içermektedir. Kavrama, dinleme, anlama, anlatma, okuma ve yazmayla ilgili hazırlık çalışmalarını içeren bu programın süresi en fazla bir yıldır. Öğrenci, ders yılı sonunda aile ve uzmanların ortaklaşa aldıkları yöneltme kararı doğrultusunda kaynaştırma uygulamaları yapılan ilköğretim okuluna ya da özel eğitim ilköğretim okuluna devam ettirilir (MEB, 2000).
Uyum için gerekli beceriler, kendini tanıma, kişilik ve duygusal uyum ve bireyler arası sosyal beceriler, günlük yaşam becerileri, özbakım becerileri, tüketici becerileri, ev içi becerileri, sağlık bakımı ve toplumsal bilgi alt beceri alanlarından oluşmaktadır (Cavkaytar, 2000).
Topluma uyum için gerekli olan becerilerin büyük bölümü okul öncesi eğitim çağına denk gelen 0-6 yaş arasında kazandırılmaktadır. Türkiye’de zihin özürlü çocukların okul öncesi eğitim ihtiyaçlarını da karşılayan kurumların içerisinde Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk esirgeme Kurumu’na bağlı olarak çalışan rehabilitasyon merkezleri bulunmaktadır. Rehabilitasyon merkezlerinin genel amacı; zihin engelli bireylerin toplum içerisinde kendilerine yeterli hale gelebilmelerini sağlayacak yetiştirme ve iyileştirme programları hazırlamak, uygulamak ve gerekli becerileri kazandırmaktır (SHÇEK Yönetmeliği, 1993). 3-21 yaş arası zihin engelli çocuklar, bu kurumlarda bireysel eğitim, grup eğitimi, mesleki eğitim, fizyoterapi vb. hizmetlerinden yararlanabilmektedirler.

Çocuğunuzla bebeksi konuşmanız doğru mu?


Prof. Dr. Ayşe Gül Güven, çocuğun konuşma sürecinde, basit ama önemli uygulamalarla bebeğin gelişimine büyük katkılar sağlanabileceğini söyledi.
Çocuğun en iyi şekilde konuşmayı öğrenmesi için bebeksi konuşma tarzından kaçınılması ve ihtiyacı olan bilgelerin düzgün ifadeyle verilmesi gerektiği bildirildi.Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Odyoloji ve Konuşma Bozuklukları Ünitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Gül Güven, çocuğun konuşma sürecinde dikkat edilmesi gereken önemli konuların olduğunu, basit ama önemli uygulamalarla bebeğin gelişimine büyük katkılar sağlanabileceğini söyledi. "Bebeğinize bol konuşulan bir ortam hazırlayın" diyen Güven, "Sadece işaret, jest ve mimiklerle iletişim kurmayın. Bebek işaret kullanıldığı zaman konuşarak anladığınızı ifade edin. Bozuk, yanlış kelimelerini, karşınıza alıp ağız hareketlerinizi göstererek düzeltme yoluna asla gitmeyin. Bırakın çocuk dili istediği gibi kullansın. Siz doğrusunu sık sık tekrar edin. Bebeksi konuşma tarzı çocukları sevimli hale getirebilir. Ancak bu konuşmaların yetişkinler tarafından da aynı şekilde üretilmesi, çocukların yanlış ürettiği sözcükleri düzeltmesini engeller. Bebeksi sözcüklerini düzeltmeyin ama siz doğrusunu tekrarlayın" dedi. Çocuğun konuşması ile anne ve babayı takip etmesi, söyleneni aynı şekilde tekrarlaması gibi beklentilerin içerisine girilmemesi gerektiğini dile getiren Güven, unutulmaması gereken en önemli olaylardan birinin çocuğun tekrarlaması için önce anlaması gerekliliğinin bilinmesi olduğunu kaydetti Böyle durumlarda çocuğun zorlanmaması gerektiğini ifade eden Güven, "Bu tür zorlama, umulanın aksine konuşmak yerine onu konuşmamaya yöneltecektir. Sorularını asla cevapsız bırakmayın. Baştan savma ve geçiştirici cevaplar vermeyin. Öğrenme sevgisini aşılayın, ihtiyacı olan bilgileri ona sağlayın. Oyunlarına ortak olun, beraber oyunlar oynayın. Oyun sırasında oyuncaklarla ve oyunla ilgili sürekli olarak konuşun. Uzun cümleler kurmayın. Sık tekrarlar ve kısa cümlelerle iletişim kurmayı deneyin. Tek fiilli iki ya da üç kelimeli cümleler seçin. Çocuğunuzun kişisel ve sosyal gelişimini en iyi şekilde sağlamaya çalışın. Komşularınızla, çevrenizdeki diğer kişilerle ya da arkadaşlarının, çocuğunuzu eleştirmesine izin vermeyin ve çocuğunuzu başka çocuklarla kıyaslamayın" diye konuştu. Çocuğun disiplini ile mutlaka ilgilenilmesi gerektiğini dile getiren Güven, "Bu katı, kuralcı daha çok dayağa dayalı bir eğitim sistemi demek değildir. Sevgi dolu, anlayışlı ve tutarlı davranışlarla yaklaşın. Çocuğa katı kurallar koymayın. Koyduğunuz kuralları çiğnemesine göz yummayın, daha önemlisi siz asla çiğnemeyin. Çocuğunuzun doğru davranışlarını, konuşma girişimlerini övgüyle karşılayın. Bir sonraki için güdülendirin. Ödülün mutlaka oyuncak ya da çikolata olması gerekmez. Saçını okşayın, sevip kucaklamanızda aynı etkiyi yapar" şeklinde konuştu. İletişim kurmanın soru sormak ya da söyleneni tekrarlatmak olmadığını vurgulayan Güven, "İletişim sürecinde başlangıçta sizi anlamıyor ya da size yanıt vermiyor olabilir. Sürekli konuşarak ve anlatarak kuracağınız iletişim, bir süre sonra onun da ilgisini çekerek ve size özel olarak yanıt verme çabasına girecektir" dedi. İha

Parmak emen çocuğa ne yapmalı?


'Parmak emme' alışkanlığının, normal çocuklarda herhangi bir pisko-patolojik etken olmaksızın 3-4 yaşlarına kadar görülen bir olgu olduğu, bu konuda ailelerin çocuklara yaptıkları baskının ters etki yapabileceği belirtildi.
Neredeyse tüm bebeklerde rastlanan davranışın, yeni doğan bebeklerin parmak emmeyi daha anne rahminde öğrenmiş bulunmasından kaynaklanan güçlü bir refleks olduğu kaydedildi.
Konuyla ilgili bilgi veren Klinik Psikolog Mustafa Sungur, parmak emme alışkanlığına sahip çocukların oyalama ve meşgul etme taktiği ile bu alışkanlıklarından vazgeçirilmeye çalışılması gerektiğini, aksi halde onları azarlamak ya da korkutmanın çözüm olmayacağını söyledi.
Sungur, "Çocukların parmak emmesi doğal bir olgu. Ancak bunun sorun olup olmayacağını ailenin tutum ve davranışları belirler. Yanlış tutum ve davranışlar çocukların gençlik dönemlerine kadar parmak emme alışkanlığını sürdürmelerine neden olabilir. Çocuk parmak emerken görüldüğünde, ona elini ağzından çekmesini sağlayacak bir iş vermek ve meşgul etmek daha doğru.
Örneğin: 'Şu dergileri annene götür' gibi, iki elini kullanabileceği bir istekte bulunmak, ona bu davranışını o anda unutturabilir. 'Parmağını emme' diye telkinde bulunmak bu konuda yapılmayacaklar listesinde. Bu arada çocuk eğer uyurken parmağını emiyorsa, uykuya daldığında parmağını yavaşça ağzından çekmeniz yeterli olacaktır. Eğer uykudan önce parmağını emmeye başlıyorsa, ona uyurken oyalanacağı bir oyuncak verebiliriz. Ama bunun haftanın belirli günleri yapılması taraftarıyız. Çünkü bununda bağımlılık yapmasını istemeyiz" diye konuştu.
Parmak emme alışkanlığının pek çok nedeni olabileceğini belirten Sungur, erken sütten kesilme, çok emzik kullanmanın da etkenler arasında olduğunu sözlerine ekledi.
(İHA)